Yunus Emre Allahı övmek ona duyulan sevgiyi
dile getirmek için yazılan ilahilerin öncüsüdür yani dinle ilgili
eserler verir.Dini Tasavvufi şiirin en büyük temsilcisidir. Eserlerinde
de Allah aşkını, insan sevgisini dile getirirMutasavvıf
şairlerimizdendir. Edebi yönüne baktığımızda en çok göze çarpan
kullandığı sudan duru Türkçe’dir. Yüzyıllar önce yazmasına rağmen bugün
bile çok rahat anlayabileceğimiz bir dili vardır Yunus’un.
Şiirlerinin tamamından Allah ve Peygamber aşkını anlatmakta, insanları İslamiyet konusunda bilgilendirmeye çalışmaktadır.
Şiirlerinin tamamından Allah ve Peygamber aşkını anlatmakta, insanları İslamiyet konusunda bilgilendirmeye çalışmaktadır.
YUNUS EMRE’NİN HÜMANİZMASI
Türk şiir ve düşünce tarihinin ilk ulu kişilerinden biri – belki de
birincisi – olan Yunus Emre’nin sanatı, kendi çağında üç boyutuyla
doruğa ulaşmış, sonraki yedi yüzyıl boyunca yine aynı üç boyutuyla
dipdiri kalmıştır:
1. Duru söyleyişlerden duygu coşkunluğuna kadar değişen bir lirzmle dile getirilmiş sevgi, inanç, kaygı şiirleri…
2. Yaşayan Türkçeyi, halkın öz dili olanca kıvraklığı, derinliği ve rengiyle kullanışı…
3. İnsanlık değerlerine inanan, yobazlığı kınayan, Tanrı ve insan sevgisine dayanan hümanizması…
2. Yaşayan Türkçeyi, halkın öz dili olanca kıvraklığı, derinliği ve rengiyle kullanışı…
3. İnsanlık değerlerine inanan, yobazlığı kınayan, Tanrı ve insan sevgisine dayanan hümanizması…
Bu üç boyut, duygu – dil – değer zenginliği olarak da tanımlanabilir.
Yunus Emre’nin çağlar boyu büyüklüğü, kendisinin ve ulusal kültürünün
düşünce ve değer niteliklerini bir bütün olarak alıp geliştirmesinden ve
gerek şiirsel söyleyişte, gerek felsefede evrensel olmasından
doğmuştur.
Türk şiirinin uzun tarihi boyunca, halk şiirinde Yunus çapında bir ozan yetişmiş değildir. Tasavvuf şiirinde, Yunus’tan ancak iki yüz elli yıl sonra Fuzuli, hemen hemen beş yüzyıl sonra da Şeyh Galip, aynı doruğa varabilmiştir, ama yine de Yunus – Arapça ve Farsça sözlere çok daha az yer verdiği ve tertemiz bir Türkçe kullandığı için – bize Fuzuli ve Galip’ten daha özgüdür. Hümanizma da ise Yunus Emre’nin çapında 19. yüzlılın sonlarında Tevfik Fikret’in açtığı çığırla ve 20. yüzyılda gelişen “insanlık anlayışı” ile varılabilmiştir.
Türk şiirinin uzun tarihi boyunca, halk şiirinde Yunus çapında bir ozan yetişmiş değildir. Tasavvuf şiirinde, Yunus’tan ancak iki yüz elli yıl sonra Fuzuli, hemen hemen beş yüzyıl sonra da Şeyh Galip, aynı doruğa varabilmiştir, ama yine de Yunus – Arapça ve Farsça sözlere çok daha az yer verdiği ve tertemiz bir Türkçe kullandığı için – bize Fuzuli ve Galip’ten daha özgüdür. Hümanizma da ise Yunus Emre’nin çapında 19. yüzlılın sonlarında Tevfik Fikret’in açtığı çığırla ve 20. yüzyılda gelişen “insanlık anlayışı” ile varılabilmiştir.
Denilebilir ki, Türk şiirinde en geniş ve en başarılı sentezi Yunus Emre
yapmıştır. Yunus’un sanatı, halk şiirinin niteliklerini ve temalarını
bütünüyle kapsamış, Türk tasavvufunun en özlü örneklerinden birçoğunu
vermiş, Anadolu Türkçesine yeni bir ruh ve estetik getirerek diri
kalmasına yardım etmiş, Türk boylarının İslamiyeti benimsemesinden çok
daha önce başlamış olan Türk hümanizmasını, İslamiyetin ahlak
kavramlarıyla ve insan değerleriyle geliştirerek güçlendirmiş ve
yaşatmıştır.
Hayatı
duygu dünyası, tasavvuf yönü, dili ve üslübu bakımından geniş ilgi
toplayan ve derinlemesinde değerlendirilen Yunus Emre’nin sanatındaki en
önemli ve en güçlü unsurlardan biri – hümanist düşünce – şimdiye kadar
ihmale uğramıştır. 1971 Eylülünde Akbank’ın düzenlediği “Uluslararası
Yunus Emre Semineri” bu boşluğu gidermiştir. Yunus Emre’nin
düşüncesindeki “insan değeri” ve “insanlık” kavramları, hem Türk
hümanizmasının temelidir, hem de dil, din, ırk, mezhep bölüntülerine
karşı çıkan evrensel bir nitelik taşımaktadır. Yunus’un hümanist
şiirleri bir araya gelince, hem Türk kültür tarihinin en sağlam
barışlarından biri, hem de çağımızdan yedi yüzyıl önce yaşamış bir hal
ozanımızın önce Rönesans hümanizmasını, sonra da Batıda 18. yüzyıldan
beri gelişen modern hümanizmayı müjdelemiş, hatta onların hala
erişemediği bir düşünce olduğuna ve şiirli söyleyiş gücüne ulaşmış
olduğu görülüyor.
İnsanı dünyanın ölçüsü kabul eden ve yer
yüzündeki varlığında değer ve önem bulan hümanist düşüncenin kökleri,
elbette Yunus Emre’den çok önce başlamıştı. Milattan önce 5. yüzlılda
Protagoras, insanın var olan ve olmayan her şeyin öncüsü olduğunu
belirtmişti. Doğuda Konfüçyüz ve Buda inançları, tanrısal ve insancıl
değerleri bağdaştırıyordu. Sokrates, insanın kendisini tanıması üzerinde
dururken hümanist düşüncenin temellerinden birini kurmuştu.
Hıristiyanlık ve İslamlık da, dinsel hümanizmanın bellibaşlı
kavramlarını getirdi, ama her iki dinin sonraki bağnaz ve yobaz
yorumcuları, hümanist değerleri çiğnemeye kalkıştılar. Bu dinsel
yozlaşmaya Orta Doğu’da çeşitli mezhepler – özellikle sufi tarikatlar –
karşı gelmeye başladı. Yunus Emre’ye en yakın ve hümanizması üzerinde en
etkili olan mutasavvıf, Mevlana Celalüddin-i Rumi idi. Yunus,
Mevlana’dan tasavvufi hümanizmanın birçok unsurlarını Anadolu’nun başka
bir manevi aydınlığı olan Tapuk Emre’den ise insancılığın heyecanını
aldı.
Yunus Emre’nin hümanizması, yeni ve etkisiz doğmuş bir felsefi sistem
değildir, Doğunun ve Batının yüzyıllar boyunca geliştirdiği hümanist
düşüncelerin bir sentezidir. Yunus’un şaheseri olan bu sentezi, önceki
hiçbir peygamberde, düşünürde, sanatçıda, şairde bulmak mümkün değil…
Türk ozanı, eski Yunandan ve Roma’dan, Doğu dinlerinden, eski Türklerin
insancı düşüncesinden, İslamiyetin öz değerlerinden, içinde yaşadığı
bölgedeki sufilerden aldığı hümanist kavramları birleştirerek bir Türk
hümanizması yaratmış ve onu Anadolu’nun yaşayan Türkçesiyle ve şiirsel
boyutlarla işleyerek Türk toplumuna ve Türk kültürüne sürekli ve etkili
bir ahlak olarak armağan etmiştir. Yunus’un sentezi kendisine ve Türk
duyarlığına özgüdür. Yunus’taki hümanizma kapsamına Batı kültürü ancak
Yunus’tan yüzyıl sonra ulaşabilmiştir. Aynı kapsamı, Rönesans’ta
kolektif bir çaba ile gerçekleştirmek mümkün olmuştur; oysa bizim
Yunusumuzun eseri, tek bir ozanın dehasından doğmuştur. Dünyanın
hümanizma tarihinde Yunus’un önemi, bunun içinde de üstündür.
Yunus Emre, hümanizma sentezini sadece Batıdaki uyanıştan önce yapmış
olmakla değil, insanlar arasında düşmanlıkların ve bölününtülerin kol
gezdiği bir çağda yaratılmasıyla da hayranlığımızı kazanmıştır. Yunus,
insanlık sevgisini ve yeryüzü birliği anlayışını Moğolların yaptığı
akınları ve üstüste kaç Haçlı seferinin allak bullak ettiği bir bölgede,
İslam – Hıristiyan düşmanlıklıkları ve İslamiyet içinde korkunç mezhep
kavgaları sürüp giderken dile getirmişti. Yıkıntı, kan, öç ve kin
çağında, Yunus insanlar arasında kardeşliğin ve yeryüzünde barışın,
birleşmenin, dayanışmanın değerlerini belirtiyordu.
Yunus’un hümanizması, insanın yeryüzündeki
en önemli gerçek olduğu ve Tanrıyı kendi içinde taşıdığı kavramdan
başlayarak manevi yaşantının kalıplaşmış dine üstün olduğu, sevginin ve
barışın en güçlü ahlakı yarattığı, insan değerine ve haysiyetine bel
bağlamak gerektiği, bütün dinleri ve bütün ulusları bir tutmak ve
bağdaştırmak ülküsünün en dürüst ilke olduğu gibi temel hümanist
düşünceleri yoğun ve ahenkli şiirlerle yaymıştır.
Türk ozanı, Allah’a inanan ve İslamiyetin yobazlar elinde yozlaşan
yorumlarını reddedip öz değerlerini benimseyen gerçek bir “mümin” dir.
Hümanizması Tanrıyla başlar, Tanrıyla biter. Türk şiirinde ilk defa
Tanrıyı insanlaştıran ve insanı Tanrılaştıran ozan, Yunus Emre olmuştur.
Bugünün Türkçesiyle yazılmış gibi duru ve akıcı bir şiirinde, Yunus
Tanrıyı uzun uzun aradıktan sonra insanın canevinde bulduğunu
anlatmıştır:
Bu tılsımı söyleyen
Türlü dilde söyleyen
Sığmış bu can içinde
Çok aradım özledim
Yeri göğü aradım
Çok aradım bulamadım
Buldum insan içinde
Tanrıyı “insan” da, “can içinde” bulan Yunus, insanı Tanrı gibi ya da Tanrıyı insan gibi konuşturmuştur:
Evvel benim ahir benim canlara can olan benim
Bu tanrı – insan ilişkisi, Yunus’ta insana inanç ve sevgi olarak kendini gösterir:
Yaratılmışı severiz
Yaratandan ötürü
Yunus’un hümanizmasında, inancın manevi yaşantısıdır önemli olan:
Ararsan Mevlanayı kalbinde ara
Kudüste Mekkeden Hacda değildir
Yunus Emre der Hoca
Gerekse var bin hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir
Yüz Kabeden yeğrektir
Bin gönül ziyareti
İnsan değerlerine ve haysiyetine inanan hümanist, güçlünün zayıfı
hırpalamasını, zenginin yoksulu sömürmesini, imtiyazlının bahtsızı
ezmesini kınar:
Gitti beyler mürüveti
Binmişler birer atı
Yediği yoksul eti
İçtiği kan olusar
“Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyen Yunus Emre’nin hümanizması,
Tanrıyı, insan değerini, var olmanın sevincini kutlar ve insan
haysiyetine saygı, manevi yaşantıya inanç, dinlerin çerçevesini aşan bir
Tanrı anlayışına bağlılık, insanın kardeşliğine güvenç ve her zaman,
her yerde sevgi ilkelerine dayanan bir düşünce ve ahlaktır. Bu üstün
ahlakın özünü Yunus üç satırda vermiştir:
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize
0 yorum :
Yorum Gönder