Harzemşahlar Devleti
XI.
yüzyılın sonlarında Harezm'de kurulan ve 1230'da yıkılan Türk
imparatorluğu. Harezmşahlar soyunun kurucusu Anuş Tigin, Garca adlı bir
Türk kölesidir. Garca, Büyük Selçuklu emîrlerinden Bilgi Tigin
tarafından, Gürcistan'dan satın alınarak saray hizmetine verildi. Kısa
bir süre sonra, başarılı çalışmaları sebebiyle, Harezm valiliğine
getirildi. Ölümünden sonra, oğlu Kutbeddin Muhammed, Muhammed Harezmşah
unvanıyla, Sultan Sencer tarafından Harezm'e gönderildi. Otuz yıl süre
ile Harezm'i yöneten Kutbeddin Muhammed, iyi bir yönetici, anlayışlı bir
siyaset adamı idi. Zamanında Harezm, büyük bir ilerleme gösterdi.
Kutbeddin'in ölümünden sonra, büyük oğlu Kızılarslan Atsız, Harezmşah
olarak görevlendirildi. Atsız, ilk zamanlarda Selçuklulara bağlı kaldı.
Sultan Sencer ile birlikte seferlere çıktı. Kendi gücünü arttırmak için,
Cend ve Mangışlak gibi, Seyhun ötesindeki sahalara kadar ilerledi. Bir
süre sonra Sencer ile arası açıldı. Sencer, Atsız'ı beğeniyordu.
Bunan
yararlanan Atsız, bağımsızlığını ilan etti. Selçuklu memurlarını
hapsederek, mallarına el koyduğu gibi, Horasan yollarını da kapattı. Bu
sırada Belh'te bulunan Sencer, büyük bir ordu ile Harezm üzerine yürüdü
(1138). Yapılan savaşta, Atsız'ın ordusu yenilgiye uğradı, oğlu Atlığ da
esir edilerek öldürüldü. Sencer, Harezm'in yönetimini Süleyman bin
Muhammed'e vererek vezir, atabey, hâcib gibi memurlardan meydana gelen
bir dîvan kurdu, sonra Merv'e döndü (1139). Bu durum, Harezm halkını
gücendirdi. Bundan da faydalanan Atsız'ın çalışmaları sonucu, Süleyman
ve adamları, Harezm'den ayrılmak zorunda kaldılar (1140). Bir yıl sonra
Harezm hâkimiyetini elde eden Atsız, Sencer'e bağlılığını bildirdi
(1141). Sencer, aynı yıl, Karahıtaylarla yaptığı savaşta yenildi. Bunun
üzerine Atsız, tekrar bağımsızlığını ilan etti. Horasan üzerine
yürüyerek, Sencer'in (Selçuklu) başkenti Merv'i ele geçirdi. 1142'de de
Nişapur'u alarak kendi adına hutbe okuttu.
Ancak,
Atsız'ın bu başarısı çok uzun sürmedi. Horasan'da hakimiyetini tekrar
kuran Sencer'in üzerine geldiğini duyan Atsız, aldığı yerleri boşaltarak
Harezm'e döndü. Tekrar, Sencer'e bağlılığını bildirdi (1144). Merv'den
aldığı hazineleri geri verdi. Karahıtaylara her yıl 20 000 dinar altın
vermeyi kabul etti. Bir taraftan da Sultan Sencer'i öldürtmek için
Merv'e iki fedaî gönderdi. Durumu haber alan Sencer, bu suikast
teşebbüsünden kurtulduğu gibi, Harezm'e karşı üçüncü defa sefere çıktı
(1147). Hazarasb kalesini, iki aylık bir kuşatmadan sonra aldı.
Harezm'in başkenti olan Gürgenç önlerine geldi. Bu sırada araya giren
bir dervişin ricasını kıramayarak, Atsız'ın atından inip toprağı öperek,
kendisini metbu tanıma isteğini kabul etti. Fakat Atsız, atından
inmeden, Sencer'in isteğini başıyla selam vererek yerine getirdi. Bunun
üzerine Sencer, Merv'e döndü. Horasan üzerindeki niyetlerini bir tarafa
bırakan Atsız, Seyhun kıyılarını aldı (1152). Oğuz-Selçuklu savaşında
Sultan Sencer, Oğuzların eline esir düştü. Bu olay üzerine Atsız, bir
yandan Sencer'i kurtarmağa, bir yandan da Oğuzlarla Sencer'in arasını
bulmağa çalıştı. Sencer'in esaretten kurtulmasından sonra, ona tebrik
mektubu göndererek, emrinde olduğunu bildirdi. Aynı yıl temmuz ayının
otuzuncu günü öldü (1156). Atsız'ın yerine veliaht olan Ebu Feth
İl-Arslan geçti. Harezm'de bulunan amcaları İnal Tigin ve Yusuf'u,
kardeşleri Hitay Han ile Süleyman Şah'ı öldürten İl-Arslan, rakipsiz
olarak Harezmşah tahtına çıktı. Sultan Sencer'in ölümü, Harezmşah
Devletini, Doğu İran'ın en güçlü devleti haline getirdi (1157). Sencer'e
bağlı mahallî hanedanlar, Oğuz reisleri, Büyük Selçuklu emîrleri,
yönettikleri bölgeleri genişletmek için büyük bir çaba gösteriyorlardı.
Irak'taki Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Muhammed bin Mahmud'un durumu pek
sağlam değildi. İl-Arslan, bu durumdan yararlanarak, bağımsızlığını ilan
ettiği gibi, durumu Selçuklu sarayına da duyurdu.
İl-Arslan,
Selçuklu emîrlerinin doğu İran'da yaptıkları muharebelere, zaman zaman,
çıkarı için karıştı. Bağdat halifesi ile Irak Selçuklu sultanı arasında
aracılık etti. Nişapur'u kendisine merkez yaptıktan sonra Tus, Bistan,
Pamyan taraflarını da ele geçirdi. Karahıtaylar, Harezm üzerine
yürüdüler (1172). İl-Arslan, öteki Harezmşah hükümdarlarının yaptığı
gibi, topraklarını su altında bırakarak savunmak istedi. Aynı yıl,
hastalanarak Nişapur'da öldü. İl-Arslan'ın ölümünden sonra küçük oğlu
Celaleddin, Harezmşah tahtına oturdu. Cend'de vali olan büyük kardeşi
Tökiş, Celaleddin'in emrini yerine getirmediği gibi, Karahıtaylara
sığınarak, askerî yardım talebinde bulundu. Karahıtaylar, Tökiş'in
isteğini olumlu karşılayarak, çok kuvvetli bir orduyu onun emrine
verdiler. Bunun üzerine Celaleddin Şah ve annesi, Harezm'den ayrılarak,
Irak Selçuklularının nâibi Melik Ay-Aba'nın yanına geldiler. Kardeşinin
kaçması üzerine Tökiş (1172-1200), kolayca Harezmşah tahtına geçti.
Tökiş, ailenin en büyük hükümdarlarından birisi olarak ün kazandı.
Saltanatının ilk yıllarında, kardeşi Celaleddin Şah, Melik Ay-Aba ile
onun üzerine yürüdü. Tökiş, Subarlı kasabasında Ay-Aba'yı bekledi.
Ordusunu pusuya düşürüp yok etti. Ay-Aba'nın başını kestirdi (1174).
Celaleddin Şah ve annesi, bu başarısızlık üzerine Dihistan'a kaçtılarsa
da, Tökiş, Terken Hatun'u yakalatıp öldürttü. Celaleddin Şah ise Gur
sultanı Gıyaseddin'e sığındı. Çok geçmeden Tökiş ile Karahıtayların
arası açıldı. Bu durumu öğrenen Celaleddin Şah, Karahıtaylar ile
birleşerek Harezm'e yürüdü.
Harezm,
topraklarını sular altında bırakarak, başkentte kendisini savundu.
Büyük bir savaşı göze alamayan Karahıtaylar, geri çekildiler. Yalnız,
Celaleddin Şah'a bir miktar asker vererek Merv, Serahs şehirlerini içine
alacak küçük bir emîrlik kurmasına yardımcı oldular. Zaman zaman,
kardeşi Tökiş ile dostça geçinen Celaleddin Şah, kardeşinin İran
seferinde bulunuşunu fırsat bilerek Nişapur üzerine yürüdü (1187).
Başarı sağlayamadan Merv'e dönmek zorunda kaldı. Bir süre sonra burada
vefat etti. Kardeşinin ölümünden sonra Tökiş, bütün Doğu İran ve
Horasan'a söz geçirmek ve oraları buyruğu altına almak istedi. Abbasî
halifesi Nâsır ile anlaşarak, Selçuklu sultanı II. Tuğrul'u yendi ve
öldürttü (1194). Hemedan ile öteki Selçuklu kalelerini ele geçirdi.
Selçuklu Sultanlığının yıkılışından sonra Tökiş, kendisine sultan
unvanını verdi, kestirdiği sikkelere bu unvanı yazdırdı.
Harezmşahların,
Batı İran'da üstünlük kurmaları kolay olmadı. Tökiş, ölümüne kadar,
İran işleriyle uğraşmak zorunda kaldı. İsfahan'ı Kutluğ İnanç'a, Rey'in
idaresini onun oğlu Yusuf'a verdi. Büyük emîrlerinden Mayacuk'u atabey
yaptı. Kendisi Harezm'e döndü. Bu sırada, Halife ordusunun Irak'a
yaptığı saldırı püskürtüldü. Yusuf Hanın, Rey'den ayrılmasıyla, Mayacuk
yönetimi ele aldı. Durumu düzeltmek için Tökiş, üçüncü defa Irak
seferine çıktı (1196). Bağdat ordusunu yendi. Hemedan'ı kendisine
sığınmış olan Atabey Özbek'e, İsfahan'ı da oğlu Erbaş'a verdi. 1198'de
Mayacuk ayaklandı. Tökiş, onu yendi ve öldürttü. İsmailîlerin elinde
bulunan bazı kaleleri aldıktan sonra Harezm'e döndü, orada öldü (1200).
Oğlu Alâeddin Muhammed, onun yerine geçti.
Büyük
kardeşi Melikşah'ın 1197'de ölümünden beri veliaht olan Alâeddin
Muhammed, önce Gur sultanları Şahabeddin ve Gıyaseddin ile savaştı.
Tökiş'in ölümünden faydalanan bu sultanlar, Merv ve Tus şehirlerini
aldıktan sonra Nişapu'u ele geçirdiler. Hindu Han, Melikşah'ı,
Alâeddin'e karşı koz olarak kullanmak için, Merv ve Serahs
vilâyetlerinin idaresiyle görevlendirdi. Nişapur'a yürüyen Alâeddin,
Gurluları, ülkelerine serbestçe dönmek şartı ile bıraktı. Merv ve
Serahs'ı geri aldı. Hindu Han, Gur ülkesine dönmek zorunda kaldı.
Harezm'e dönen Alâeddin, bir yıl sonra, Herat üzerine yürümeye karar
verdi, fakat Sultan Şahabeddin'in, Harezm'e yürümek için ordu
hazırladığını duyunca, bundan vazgeçti. Harezm'e çekilen Alâeddin'in
ardından Gurlular da Tus'a geldiler. Kardeşi Gıyaseddin'in ölüm haberini
alan Şahabeddin, Gur'a döndü. Bunun üzerine Alâeddin, Herat'ı almak
istediyse de başarı kazanamadı. Gur'da durumunu düzelten Şahabeddin,
hızla Harezm üzerine yürüdü. Alâeddin, daha önceki savunma usulüne
başvurarak, Harezm'in o çevresini sular altında bıraktı. Fakat, Gur
ordusu, Harezm tarihinde ilk defa olarak, kırk günde bu bölgeyi geçti ve
Alâeddin'in ordusunu yendi. Karahanlı sultanı Osman ve Karahıtay
orduları, Alâeddin'in yardımına geldi. Gurlular, ağırlıklarını yakarak
geri çekildiler. Onları takip eden Alâeddin, Hazarasb'da, Gurlular'ın
sağ kolunu dağıttı, bir çok esir ve ganimetle döndü. Karahıtay ordusu
ile Anahod önünde, Şahabeddin'in ordusunu çevirerek, iki gün süren bir
savaştan sonra mağlup etti.
Zorlukla
Anahod kalesine sığınan Şahabeddin, Semerkand sultanı Osman'ın
aracılığıyla, büyük bir fidye karşılığında Gazne'ye dönebildi.
Karahıtayların başarısı, Harezmşah'ı korkuttu. Bu yüzden, bir süre
sonra, Gurlu Sultanı Şahabeddin ile dostluk kurmak için Gazne'ye elçi
gönderdi. Hindistan'da büyük başarılar kazanan bu Müslüman hükümdar,
dinsiz Karahıtaylar'dan öc almak istediği için, Alâeddin'in dostluk
teklifini iyi karşıladı. 1205'te, ordusunun eksiklerini tamamlamak için
Hindistan'a bir sefer düzenledi. Dönüşünde de Alâeddin'e haber
göndererek, Karahıtaylar üzerine yürüyeceğini bildirdi. Fakat, bir
Hintli veya Batınî tarafından hançerlenerek öldürüldü (1206). Onun
ölümünden sonra Gurlular yıkıldı. Harezmşah Alâeddin, bu durum
karşısında, Nişapur'a emîrler göndererek, Horasan ordusunu Herat'ı almak
için görevlendirdi. Kısa zamanda Herat alındı, valiliğine Hüseyin
getirildi. Ordusunun başında Belh'e yürüyen Alâeddin, kuvvetli bir
kuşatmadan sonra burayı teslim aldı (1207).
Alâeddin'in
bu tarihten sonra karşısında bulunan siyasî ve askerî güç,
Karahıtaylardı. Harezmşahların her yıl vergi vermek zorunda oldukları bu
devleti ortadan kaldırmak, Alâeddin'in en büyük hedefi idi. Bunu
gerçekleştirmek isteyen Alâeddin, büyük bir orduyla Mâverâünnehir
seferine çıktı. Karahıtayları yenerek, Buhara'yı aldı (1208). Bu
tarihten sonra Karahıtaylar bir daha toparlanamadılar. Küçlük
kumandasındaki Naymanların, Cengiz'in önünden kaçarak Karahıtay
topraklarına girişi, bu devletin yıkılışını kolaylaştırdı. Ayrıca,
Semerkand, Alâeddin tarafından zapt edildi (1212). Mâverâünnehir, kesin
olarak, Harezmşahların hakimiyeti altına girdi. Gazne'yi alan Alâeddin,
bu bölgenin yönetimini, büyük oğlu Celâleddin'e verdi (1215). İran'a
sefer yaptı (1217). Fars ve Âzerbaycan atabeylerini itaat altına aldıysa
da, Hemedan'dan Esedâbâd yolu ile Bağdat'a gönderdiği ordu, ağır kış
yüzünden, ağır bir kayba uğrayarak dağıldı (1218). Bu sırada Cengiz'in
zaferlerini duyan Alâeddin, bilgi edinmek için Moğol hakanına bir elçi
gönderdi. Cengiz'in gönderdiği elçilik heyetini kabul etti. Cengiz,
elçisi aracılığıyla Alâeddin'e, dostlukla ticaret ilişkilerinin
sıkılaştırılması dileğini bildirdi. Fakat, bir süre sonra Cengiz'in bir
kervanı, Otrar'da, Alâeddin'in Muhammed'in valisi İnalcuk tarafından
yağmalanarak, kervanda bulunanlar öldürüldü. Kervandan kaçıp
kurtulabilen bir kişi, durumu Cengiz'e bildirdi. Bunun üzerine Cengiz,
Harezmşah'a bir heyet göndererek, Gayır Han diye bilinen İnalcuk'un
teslimini ve malların tazminini istedi. Alâeddin Muhammed, bu isteği
şiddetle reddederek, Cengiz ile savaşa karar verdi. Alâeddin'in bu
kararı, Harezmşah İmparatorluğunun birden ortadan kaldırılması, Doğu
İslâm dünyasında yüz binlerce Müslüman’ın ölümü, birçok şehir ve eserin
yakılıp yıkılmasıyla sonuçlandı.
Cengiz,
Harezmşahlara karşı 200 000 kişilik bir ordu hazırladı. Alâddin
Muhammed, kurduğu harp meclisinde, Moğol ordusunun Seyhun nehri
kıyısında karşılanması görüşünü kabul etmeyerek, Mâverâünnehir'de savaş
yapılmasını kararlaştırdı. Kuvvetlerini, büyük şehir ve kalelere
dağıttı. Bu kuvvetlerin başına ayrı ayrı kumandanlar getirdi, kendisi de
Horasan'a geçti. Cengiz, ordusunu küçük birliklere ayırıp,
Mâverâünnehir'in sağlam kalelerini birer birer ele geçirdi, savunan ve
kendini koruyan şehirleri yakıp yıktı. Kısa bir süre içinde Buhara ve
Semerkand, Otrar, Sıgnak, Barçlığ, Kend, Cend, Benâkend ve Hocend gibi
şehirler, Cengiz'in eline geçti. Mâverâünehir'in en güçlü savunma
merkezi olan Semerkand, Türk kumandanının büyük kahramanlık göstermesine
rağmen teslim oldu. Cengiz, ordusuna, küçük vilâyetlerin alınmasını
emretti. Belh'te bulunan Alâeddin, Irak'a, oğlu Rükneddin'in yanına
gitmek bahanesiyle Tus'a kaçtı. Moğollar, her yanda hızla
ilerliyorlardı. Nişapur ve Bistâm yoluyla Rey'e gelen Alâeddin, oğlunu
da yanına alarak, Devletâbâd yakınlarında Moğolları durdurmak istedi.
Yenilerek Abiskun'da bir adaya sığındı. Biraz sonra, burada hastalanarak
öldü (1220). Yerine oğlu Celaleddin geçti.
Harezm'e
dönen Celaleddin, veliahdlığını tanımak istemeyen bazı Türk
kumandanlarının, kendisini öldürteceklerini, Moğolların da yaklaştığını
öğrenince Horasan'a kaçtı. Bir süre sonra iki kardeşi Uzlug Şah ve Ak
Şah Horasan'a geldiler. Harezm'de toplanmış olan 90 000 kişi, Humar
Tigin adlı bir emîrin idaresi altında, Harezmşahların merkezi Gürgenç'i
(Harezm-Ürgenç) dört ay savunduktan sonra Moğollara teslim olmak zorunda
kaldılar (1221). Celaleddin Harezmşah, imparatorluğun ortasından
koparabildiği ve kurtarabildiği insanlarla, Harezmşah devletini,
vefatına kadar sürdürdü. Moğolların doğuda ve batıda yayılmasını bir
süre geciktirdi.
Devlet İdaresi
Harezmşah
devletinin ilk çekirdeğini Büyük Selçuklu Devletine bağlı Harezm'i
yöneten bir Türk ailesi kurdu. Hükümdar ve sülalesi ile devlet
hazinesinden yararlananların dışında bütün halk vergi öderdi. Sınırları
korumak, asayişi sağlamak, devletin göreviydi. Bu görev, ücretli
askerler, belirli bir toprağın vergisini almakla yetkili sipahiler
tarafından yapılırdı. İdare, maliye, adliye işleriyle uğraşan kurumlarda
çalışan görevliler, bir çeşit bürokratik aristokrasi meydana
getirirlerdi. Büyük küçük, hemen hemen bütün memuriyetler babadan oğula
geçerdi. İdarî müesseseler, Büyük Selçuklu Devletinin aynıydı. Alâeddin
zamanında, mahallî bağımsız beyliklere ve hanedanlıklara son verilerek,
merkezî yönetim sistemi uygulandı. Bağımsız eyaletten, önce tâbi bir
devlet, sonra bir imparatorluk durumuna gelince, saray teşkilatı,
teşrifat kuralları, lâkaplar, unvanlar, daha gösterişli bir nitelik
kazandı. Alâeddin, İskender-i Sânî ve Sancar lakaplarını kullandı,
tuğrasına zıllullah-i fi'l-arz (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) yazdırdı.
Şehzadelere genellikle Alâeddin lakabı verilirdi. Hükümdarların
lakapları ise, önceleri Harezmşah, melik iken, sonraları şahenşah,
sultan, sultanıâzam olarak değiştirildi. Hükümdarların hepsinin tuğra ve
tevkîleri ayrı ayrıydı. Hükümdarlık sembolü, bayrak ve çetreydi. Sultan
elbiseleri siyahtı. Sarayda sultanın özel bir mızıka takımı vardı.
Selçuklu saraylarındaki hâcib, çomakdâr, çavuş gibi sınıflar, Harezm
sarayına da girmişti.
Hükümdarın,
dîvan görüşmelerini kafes arkasından izlemesi, Ramazandaki huzur
dersleri gibi Osmanlı saray gelenekleri, Harezm'de de vardı. Saltanat
hususunda Harezmşahlarda yerleşmiş bir kural yoktu. Bu yüzden şehzadeler
arasında sık sık taht kavgaları olurdu. Veliahdlar genellikle Horasan'a
tayin olunur, güvenilir bir Türk kumandanı, atabey unvanıyla yanlarına
verilirdi. Merkezî idarenin başında bulunan vezir, hükümdarın vekili
olarak devlet işlerini yürütürdü. Bütün tımarlardan, hattâ sultanın
hassından, öşür alan vezirlerin maiyetinde çeşitli dîvanlar (dîvan-ı
tuğra, dîvan-ı inşâ, dîvan-ı arz, dîvan-ı istîfâ, dîvan-ı işrâf vb.)
vardı. Bu dîvanlar, çeşitli idare şubeler niteliğindeydi.
Maliye
işleri, dîvan-ı istîfâ tarafından yürütülürdü. Vergi düzeni
Selçukluların aynıydı. ayrıca, zapt olunan yerlerde mahallî gelenekler
korunur, antlaşma ile genel gelirin üçte biri tutarında vergi alınır,
olağanüstü durumlarda salma ve müsadere yoluna gidilirdi. Ordu ve askerî
işlere, dîvan-ı has bakardı. Orduda görevli herkesin belirli değerde
bir ikta'ı vardı. İkta sahiplerinin kurduğu büyük süvari gücü,
imparatorluğun her tarafına yayılmıştı. Bunun yanı sıra, doğrudan
doğruya sultana bağlı hâssa ordusu başkente yakın bir yerde, emre hazır
beklerdi. Orduda ayrıca, ücretli asker ve köleler de savaşçı olarak
görev alırdı. nettebuldu@blogspot.com Adlî teşkilâtta, şer'î kazâ ile örfî kaza birbirinden
ayrılmıştı. Saraylıların işlediği suçlar, kendi âmirlerince
cezalandırılırdı. Memlekette en çok Hanefî ve kısmen Şâfiî fıkhı
uygulanırdı. Toplum hayatında reâya sınıfından başka, büyük şehir ve
kasabalarda ticaret yapan varlıklı bir tüccar sınıfı yaşıyordu.
Toprak
sahibi köylüler arasında, topraksız gündelikçiler, yarıcılar bulunurdu.
Bunların dışında, büyük toprak ve sermaye sahibi dihkân sınıfı ve
göçebe kabîleler vardı.
Bilim ve Sanat
Harezmşahlar
devrinde başkent Cürcân, bir bilim ve sanat merkeziydi. Şehirde on
büyük vakıf kütüphane vardı. Hükümdar ve şehzadeler, iyi eğitim görmüş
kişilerdi, âlim ve sanatçıları korurlardı. Ebü'l-Fazl Kirmânî, Ebu
Mansur, Hüseyin Ersbendî, Ebu Muhammed Harekî gibi kadı, vâiz ve
filozoflar, başkent Cürcân'da toplanmışlardı. Ayrıca, Fahr-i Harezm
lakabını taşıyan Zemahşerî (1074-1144), Fahrüddîn-i Râzî, Şihâbeddin
Hivâkî, Şemsüddin Muhammed el-Zabî gibi bir çok tanınmış âlim ve şair,
Harezm'de yaşadılar. Harezmşahlarda bilim ve din dili olarak, Arapça ön
sırada yer alırdı. Dîvanlar, fermanlar Farsça yazılırdı. Yalnız, Ahmed
Yesevî ve onun yolundan gidenler, eserlerini Türkçe yazdılar. Muhammed
bin Keys adındaki yazarın Celaleddin Harezmşah'a sunduğu Tibyân-ı
Lügati't-Türkî alâ Lisanü'l-Kanglı (Kanglı Dilinde Türk Dili Lügati) bu
dönemde yazılan önemli eserlerden biridir.
0 yorum :
Yorum Gönder